HAVA
KUVVETLERİ
ANITI

“Kuş nasıl uçabiliyor?”

Milattan çok önceleri de bu soru soruldu. Şimdi de çok farklı boyutlarda halen soruluyor. Meraklı, yetenekli insanlar bu soruya cevap aramışlar. Senelerce kuşları izlemişler. Nasıl havalanıyorlar, ilk hareket nasıl oluyor, nasıl hızlanıyorlar, havada kanat çırpmadan çok küçük hareketlerle nasıl durabiliyorlar, nasıl manevra yapıyorlar, nasıl yere konuyorlar… Bir sürü nasıla cevap vermek için senelerce çalışıyor, varlıklarını buna adıyor, inceliyor, resimlerini çiziyor ve kuş nasıl uçarı kavramaya başlıyor. Ama hemen arkasından büyük soru geliyor. “İnsan uçabilir mi?” işte böyle başlıyor büyük macera, ilk mitoslarda uçuyor insanlar.

Giritli mimar heykeltıraş Daidalos ve oğlu İkaros hapsedildikleri labirentten Daidalos’un yaptığı balmumundan birbirine tutturulmuş tüyler ve teleklerde yaptığı kanatları kollarına bağlayarak uçarlar. Böylece kaçıp kurtulurlar. Ama İkaros babasının sözünü dinlemez fazla yükselir. Güneş ile yarışmaya çalışır. Kanatları erir düşer, ilk uçma kurbanı olur.

Türklerde ilk gerçek uçma girişimleri ise 1020 yılında Gazneliler döneminde İsmail Cevheri Nişabur’daki Ulu Cami minaresinden kendi yaptığı kapı benzeri kanatlarla aşağıya atlıyor. Yere yumuşak bir iniş yapamıyor. Herkesin gözü önünde ölüyor.

Bizans imparatoru Marvel Komninos’un Anadolu Selçuklu devleti sultanı II.Kılıç Aslan’ın onuruna verdiği şenlikte Siraceddin Doğulu İstanbul’da hipodromda çok yüksekten kendini aşağıya bırakır bir süre süzüldükten sonra kendisini taşıyamayan kanatlarla yere düşer.

Bu Cevheri’den 139 sene sonra ölümle sonuçlanan 2.başarısız deneme olmuştur.

İnsanlık aleminin büyük dehalarından bilim adamlarından ressam, fizikçi Leonarda Da Vinci kuşların uçuşuna dair ilk bilimsel ve teknik araştırmayı ve bunun ışığı altında mekanik araştırmalarla uçuşun taklit edilme imkanlarını göstererek bir uçuş aletinin çizimlerini 1500’lerde yapmıştır. Çizimlerin yer aldığı açıklamaların tersten okunduğu bir defteri halen muhafaza edilmektedir.

IV. Murat döneminde 1632 yılında Hezarfen Ahmet Çelebi lodoslu bir havada Galata Kulesi’nden kuş, daha çokta yarasa kanatlarına benzer bir uçma aracı yaparak kendini aşağıya bırakır ve Üsküdar’daki Doğancılar’a kadar 1200 m mesafeyi uçarak geçer. Cevheri’den aldığı ilhamla onun başaramadığı işi başararak dünyada ilk kez bir uçuşu gerçekleştirmiş olur. Bu olay Osmanlı devletinde ve Avrupa’da büyük yankı bulur. Dönemin Padişahı IV.Murat kendisine bir kese altın vererek (bu adem hayf edilecek bir ademdir. Her ne murat ederse elinden gelir böyle kimselerin bakaası caiz değildir) diyerek onu Cezayir’e sürer…

IV.Murat döneminde yaşamış bir diğer Türk bilgini Lagari Hasan Çelebi ise IV.Murat’ın kızı Kaya Sultanın doğduğu gece (1633) onuruna saray burnunda yapılan şenlikler sırasında kendi icadı olan 50 okka barut macunuyla dolu 7 kollu fişekle bir nevi füze yaparak üstüne biner. Yardımcıları tarafından ateşlenen fişeklerle havaya fırlatılan mucit 250-300 metrelik bir yüksekliğe 16 – 20 saniyede çıkmış… Fişeklerinin barutu bitince de önceden hazırladığı kanatlarını açarak Sinan Paşa Saray’ı önünden denize yumuşak iniş yaptı.Hayatını riske ederek başarılı bir uçuşu gerçekleştirdi.

 

Havacılık kavramı 18. asırdan itibaren balonun kullanılmaya başlaması ile yeni bir boyut kazandı. Balon Fransız İhtilali sonrası ilk kez askeri maksatla kullanmaya başlandı.Osmanlı İmparatoru ilk balon uçuşunu 1785 yılında Sultan I.Abdülhamit zamanında bir İranlı kendi yaptığı balonla Topkapı Sarayı’ndan havalanarak bir gösteri yapmış ve balon 120 km uzağa inmiştir.

Balonculukta elde edilen başarıdan sonra en büyük gelişme Prusyalı Otto Lilienhal (1848-1896) tarafından geliştirilen planör olmuştur. Lilienhal ilk defa havadan makine ile uçma başarısını göstermiştir. Lilienhal bu alanda bir çığır açmış onu takip eden Longley Wright kardeşlere tetikleyici güç olmuştur. İlk motorlu uçuş Wright kardeşlerin geliştirdikleri planöre motor takarak kendi gücü ile hareket eden bir alet yapma yolunda çalışmaları 17 Aralık 1903 tarihinde başarı ile sonuçlanacaktır.13 saniye kadar yerden 3 metre yükseklikten 100 m lik bir mesafeyi 40 km lik bir süratle geçmişlerdir.

İşte bunlar havacılık tarihinin ilk kahramanları.
Merakla, heyecanla, tutkuyla, inatla varlıklarının sonuna kadar, varlıklarını adayarak işlerini yapıyorlar. Kahramanlık, kahraman olmak için yapılmaz öyle olduğun için, öyle olması gerektiğine tüm benliğinle, özünle inandığın için yapılır. Senin için bu çok normaldir. Çünkü yaptığın iş senin varlık nedenindir. Her ülkede, her coğrafyada, farklı zaman ve mekanlarda nerede ne zaman olursa olsun bu insanlar aynıdır. Yaptıkları iş onların olmazsa olmazıdır.

İşte, Sokrates, işte Galileo, işte Hallacı Mansur, işte Madam Küri, işte Florence Nightingale, işte Piri Reis, Evliya Çelebi, Cevheri, işte Hazerfen Ahmet Çelebi, Otto Lilienhal, Longley ve Wright kardeşler. Eğer bugün İzmir’e, Ankara’ya 45 dakikada, Kars’a bir buçuk saatte, Londra’ya 4 saatte, New York’a 10 saatte uçabiliyorsak, Ay’a gidebiliyorsak, Mars’a uydu gönderebiliyorsak, uydulardan Dünya’nın her yerine yayın yapabiliyor, konuşabiliyorsak bu kahraman insanların sayesindedir.

Tekrar başa dönersek:

“Anne bu ne?”

“Kuş”

“Kuş nasıl uçar?” sorusu ile başlayan merak, bilmenin, öğrenmenin, ilerlemenin itici gücü oluyor ve uçma macerası böyle başlıyor.

Bu heykel anıtın içeriğinde; uçma fikrinin yüceltilmesi, uçmaya özendirme, uçmayı sevdirme, merak uyandırarak ilgi çekme, THK’nın göklere yazılı tarihinin ilerlemesi ve bu ilerlemenin kilometre taşlarındaki kahramanlarını yad ederek, bugün Türkiye semalarını koruyan, kollayan, sarsılmaz iradenin çelik kanatlarındaki güvenli gücünü, kuvvetini göstermek. Dünya havacılık tarihindeki ve günümüzdeki özel yerini vurgulamak için Dünya’da hiçbir benzeri olmayan çağdaş bir form dili, kavram ve anlayışı ile 100 dönümlük bir arazi üstüne o mekanın şahit olduğu, tarihsel uçuş olaylarının yapıldığı yerde plastik bir mekan düzenlemesi yapıyoruz.

Ortada 26 metre çapında, 120cm yüksekliğinde küre parçası gibi duran bir konveks ayna var. Aynada gökyüzü yansıyor.

Ayna yuvarlağının iki yanından aynayı kuşatarak sıfırdan yükselen iki form ortada birleşiyor. Tekrar yükselerek evrenin derinliklerine, sonsuza işaret ediyor. Bu iki formun birleştiği yerde bu formların çevrelediği bir boşluk var. Modern bir uçağı anımsatıyor. İçinden bulut geçer, kuş geçer, içine ay doğar, güneş doğar, içine yağmur yağar yağmur olur, kar yağar kar olur. Değişen gökyüzünün rengine, şekline göre devamlı değişiyor. Hiçbir radar onu göremez, en modern savaş uçakları bile onu yakalayamaz. O ulusumuzun özgür iradesini temsil ediyor.

 

Geceleri ise özel bir aydınlatma ile ışıktan bir uzay gemisi gibi gökyüzünde kayıp gidecek. Sıfırdan başlayıp yukarı doğru yükselen ana kütleye takılan formlar kütleye genişlik kazandırarak onu uçuruyor. Kartal 76 metre kanat aralığı ile uçuyor.

Ortadaki küresel aynanın etrafında onu çevreleyen siyah parlak granitten bir yürüme bandı var. Orada yürüdüğünüzde aynada kendinizi gökyüzünde yürüyor gibi hissedeceksiniz. Gökyüzünde yürüyen adamın bir görüntüsü de siyah içinde granitte tekrar gölgesi gibi yansıyacak. İki yandan yukarı, gökyüzüne doğru yükselen formlar, yanlardaki kanat yorumlamalar, ortada uzay gemisini anımsatan boşluk ve etrafta yürüyen insanlar hepsi birbiri içinde küresel aynada yansıyarak yaratılan bu plastik mekanda inanılmaz yanılsamalarla kendilerini gökyüzündeymiş ilizyonuna kaptıracaklar.

100. yıl anıt heykeli ortadaki küresel ayna odaklı yıldız yörüngelerine gönderme yapar. Daire parçaları ve dairelerden oluşan yollar da 100 dönümlük yeşil alana uzaysal bir anlam katıyor. Anıta ulaşan en uzun daire parçası güneş yörüngesinin izi, onun üstünde THK’nın 100 yıllık tarihinin kilometre taşları yer alıyor. Bir gövdeden çıkan giderek büyüyen bir kanat gibi uzaktan bakıldığında güneşe doğru disiplinli bir şekilde uçan bir kuş konvoyunun perspektif görünümündeler.

Kapsadığı alan ve genişlik açısından Dünya’nın en büyük anıt heykelini THK’nın 100. yılında, ilk teyyarenin havalandığı göklere kanat açtığı yerden, Türkiye’den göklerdeki istikbale uzaya gönderiyoruz. Hepimize kutlu olsun.