BİR KÖPRÜDÜR
MEZAR TAŞLARI

MEZARLAR

Berkant Aksoy’un Mezarı
Limra
2002

Eğer dünyayı basmakalıp almayıp, en azından büyük bir uzay zaman çevrimi içinde, hem dinamik hem de sabit olan mükemmel bir denge ve uyum üzerine kurulduğunu düşünürsek ölümle yaşam barışır. Ölümle yaşamın barıştığı mekân da mezarlıklarımızdır. Mezar taşları öteden beri hangi inanışta olursa olsun, bunun sembolleri olmuşlardır. Ben mezar taşlarını kişisel kimlik belgeleri gibi görüyorum. Onlar, ölenler için değil yaşayanlar içindir daha çok…

Maddi dünyanın kötülüklerinden, hırslarından kurtulup; uzay, zaman çevrimi içinde yeniden kendimize baktığımız, hüzünlü bir huzuru içimizde hissettiğimiz, daha bir insan olduğumuz, yaşamın çoğu acımasız çelişkilerine daha üstten, daha kucaklayıcı bakabildiğimiz böyle bir mekânda; mezar taşları bedeninden ayrılanla biz yaşayanlar arasında bir köprü kurmalı…

Tuncay Artun’un Mezarı
Mermer
1998

Sıtkı Coşkun’un Mezarı
1999

Can Taşı, Can Yücel’in Mezarı
Mermer, Datça 2001

CAN YÜCEL MEZARINDA
DİK DURUYOR

Artık heykel yapmak suç, yıkmak sevap oldu. O, bir can taşıydı. Can Yücel’in can taşı. Arkasından ışık vurduğunda ışıktan bir cenin belirirdi can evinin çemberinin ortasında. Can Baba’nın içindeki ışıktan çocuğu, yaratı cevherini, görünür hale getirirdi güneş. Çemberden öne doğru yılankavi hareketlerle akıp yere düşen, oradan tekrar doğduğu yere kaynağına doğru geri akan su sonsuz yaşamın döngüsüne gönderme yapıyordu. Işıktan çocuk, bu suya göbek bağıyla bağlıydı. O ışıklı çocuk, güneşle birlikte her gün taşın içinden geçerek bize ulaşıyor, içimizi sevgiyle ısıtıyor, sevgiyle aydınlatıyordu. O, ölümlüydü öldü. Ölümsüz olan, ebediyete kalan, ışıklı dizeler bıraktı bize… Yalansız dolansız, dosdoğru yaşadı, özgür insandı, özgür düşünürdü. Mezar taşında kendi sözleri “Ne kadar yalansız yaşarsan o kadar iyi.” yazılıydı. Yalanla dolanla yaşayanlar, Allah’la kandıranlar, Kâbeleri para olanlar, onun bu özgür kişiliğinden düşüncelerinden mezarında bile rahatsız oldular. Yoktan aptal, fitne, fesat, uyduruk sebepler ve bahanelerle Yok efendim şarap kadehine benziyormuş, yok efendim şarapçılar mezara şarap döküyormuş, din, iman, gelenek, örf, âdet elden gidiyormuş…

AKP İlçe Başkanı böyle fetva vermiş. Ertesi akşam mezar tahrip ediliyor. Şarap döküyorlar diye niye mezarı tahrip ediyorsun? Koru o zaman. Ama yok, asıl hedef mezarda şarap içirtmemek değil, mezarı yıkmak. Hangi dini örf ve âdetlerimizde var Ramazan’ın ortasında ölüye mezara saygısızca Allah’tan korkmadan saldırmak? Ama saldıranın suçu yok. Onu bulunduğu bilinç düzeyinde Cahiliye Dönemi’nde tutup, oyunu sağanlarda suç. Onu fetvalarıyla cesaretlendiren, saldırgan hale getirenlerde suç. Onlar “hık” dese sen kusarsın, onlar sana nasıl mesaj vereceklerini çok iyi bilir. Sen sorgulamadan uygularsın. Evet, çok sayın yöneticiler, İnsanlık Anıtı’nı yıktınız. Barış isteyen iki çocuğu idam ettin. Küfürlerle kutsalları, din kullanarak insanları heykel düşmanı yaptınız. İnsanlık Anıtı’nın celladı kafayı keserken “Allah-u Ekber!” diye bağırdı. Mesaj damardan alınmış oldu. Sonra bir takım belediye başkanları yağcılık yarışına başladılar. Heykelleri ancak bizde yıkar, bizde kaldırırız. Trabzon’da Balıkçı heykeli kaldırıldı, sonra dünyaca ünlü iki entelektüel sanatçımızın, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşlerin heykelleri sudan bahanelerle kaldırıldı, Elazığ’da yol geçirme bahanesiyle Çayda Çıra heykeli kaldırıldı.

Kafadaki putlar besleniyor. Karanlık düşünceler yaygınlaşıyor. Ne yapmalıyız? Bizi insandan, sanattan, güzelliklerden, özgür düşünceden, paylaşımdan, empatiden yoksun; umutsuz ve inançsız kılmak istiyorlar. Biz güzel üretmeye, kucaklamaya, sevi bulaştırmaya devam etmeliyiz. Daha güzel heykeller, resimler yapmalıyız. Şiirler yazmalıyız, daha güzel, daha etkili şarkılar söylemeliyiz. İçimizdeki ışıklı çocuğun ışığını karartmamalıyız. Yalan kısa, politika kısa, ömür kısa; sanat uzun diye düşünmeliyiz. Şimdi Can Yücel mezarında bile dik duruyor, bize o güzelim basbariton sesiyle şiirler söylüyor. Haklılığın, doğruluğun, umudun sevginin, özgür düşüncenin sesi o.

İBRAHİM BALABAN’IN MEZARI